13 Şubat 2018 Salı

Küçük Bir Tavsiye: Nedir Bu Düzenli Çalışma ?

-Bir öğretmen bütün dersleri anlatamıyorken ben nasıl bütün dersleri anlayayım?


-Düzenli çalışacaksın kardeşim, her şeyin başı düzenli çalışma.. Düzenli çalıştın mı her şey olur.


Peki yediğimiz yemeğin, uyuduğumuz uykunun bile bir düzeni yokken nasıl olacak ta düzenli çalışacağız ? 


Maalesef eğitim sistemini eleştirerek, kötüleyerek bir sonuca varamayız. Her türlü yanlış anlaşılabilecek bu cümleyi şöyle açıklayayım isterseniz. Lisede sayısalcıydım ve 11. sınıfta derslerimin arasında sosyoloji, felsefe vardı. 'Üniversite sınavında bu soruları çözmeyeceksem neden okulda dersini görüyorum ?', 'Bu bana ancak zaman kaybettiriyor bunun yerine matematikten 50 soru çözerdim şimdi.'  diyerek kendimce triplere giriyordum. Hatta tribin boyunu o kadar büyüttüm ki derste hocayla göz göze gelmiyor ve dersini dinlemiyordum. Sanki bunlar onun suçuymuş gibi. Ama gel gelelim okulda o derslerin sınavına girmek zorundaydım. Yani bu sorgulamalar kendimce eleştirmeler, beni o derse girmekten, o dersin sınavına girmekten, hatta o dersin yıl sonu ortalamamı etkilemesinden bile kurtaramadı. İşte eleştirerek ve kötüleyerek sonuca varamayız derken bunu kastediyorum.

 Bir kaç kez de 'Bu üniversite sınavı saçmalığı nedir yani? Bütün geleceğimizi bir sınav mı belirleyecek şimdi? Böyle şey mi olur.. ' gibi düşüncelere girdim. Çalışmayı bıraktım. Sonra yine gaza gelip bir yerlerden yakalamaya çalıştım. Yakalayamadım..

Girişi her zamanki gibi yine biraz uzattım affola. Ama bir şeyi öğrenmeden önce neden öğrendiğimizi de bilmemiz gerekir. Bu sayfaya girip bu yazıyı okuyorsan demek ki sen de öğrenmek istiyorsun. Ama neden öğrenmek istiyorsun? Çünkü sen de çok kez benim yaptığım gibi sorguladın, isyan ettin, rest çektin, sonra gaza gelip yeniden başlamak istedin, hevesin kaçtı, yarım bıraktın, yapamadın... Ama artık yeter dedin ve araştırmaya başladın.

İşşşte bu güzel haber :)
Şimdi gelelim esas meseleye: NASIL DÜZENLİ ÇALIŞACAĞIZ?
Hedef belirleme kısmını hallettiğimizi varsayıyorum ama hala hallolmadıysa 5 Adımda Bana Uygun Meslek Nedir?  yazıma ışınlanabilirsin :) 


1.) Öncelikli Dersleri Belirle

Gördüğün kaç ders varsa bunları bir kağıda öncelik sırana göre yaz. Önceliğini ister sevdiğin derslere göre belirle ister bölüm derslerine göre, istersen kötü olduğun derslerden iyi olduğun derslere doğru , sen bilirsin bu senin programın olacak. Lisede olduğumu varsayarak ben aşağıdaki gibi bir örnek hazırladım.




Bu ne işimize yarayacak?  Örneğin kendine günde iki derse çalışma hedefi koydun. Önce hangisinden başlayacağım, nerden başlayacağım diye zaman kaybetme sorunun ortadan kalkmış olacak. Öncelik sırası hangisindeyse ondan başlayacaksın. Ama bazen istisnalar olabilir. Mesela bir hafta sonra hem matematik hem fizik sınavın vardır. Matematik senin için daha önceliklidir ama fizik dersinin bir önceki sınav notu daha düşüktür. Bu durumda fizik çalışmayı ön plana alman gerekebilir. O yüzden ayda bir bu listeyi yenileyebilirsin.
"Kimya senden nefret ediyorum ama bu sıralar seni ilk sıralara almam gerek."


2.) Defterler Arası Muhabbet

Okula giderken ya da dershaneye yanında tek bir defter olsun. Sağ üst köşeye tarihi at. Ders adını da başa yaz. Öğretmenin aldırdığı notlar, söylediği önemli bir şey, araştırman gereken bir konu, yapman gereken ödev vs. her şeyi oraya hiç bir düzen gözetmeksizin, renkli kalemlerle silgilerle uğraşmaksızın yaz. Çünkü renkli kalemler, güzel yazacağım diye yazıyı yetiştirememeler, 'hocam nerede kalmıştık?', 'hocam yavaş, hocam bi sn!' ve sonunda 'yazmıyorum ulan!' ve dersten anladığımız bir hiç :) Ama korkma renkli kalemlerden vazgeç demiyorum onlar bizim canlarımız. Onları sadece ders esnasında kullanmayacağız.

Gelelim esas defterlere. Bu tek bir defterle yetinmeyeceğiz tabi ki. Her ders için ayrı bir defteri o derse özel şekilde ister süsle ister renklere göre ayır ister hepsi aynı tip olsun üzerine etiket yapıştırıp dersin adını yaz sana kalmış. Eve gittiğinde o tek deftere yazdığın notları evdeki ilgili dersin defterine geçir. Hem düzenli tuttuğumuz defterler oldu hem de bedavadan tekrar yaptık :)


3.) Haftalık Plan Hazırla

Bir önceki yazımda sözünü ettiğim, bana en faydalı gelen program stili haftalık planlama. Her yerde sıklıkla gördüğün;

8:00 Uyanma
8.30 Kahvaltı
.
.
.
15.00 Ders
..

Ay daha fazla devam edemiycim bana bi fenalık geliyy :D 
Hiç birimiz robot olmadığımıza göre böyle bir program uygulayarak çalışmamız ve başarılı olmamız biraz güç. Tabi gerçekten bu şekilde çalışanlar da var ve onlara gerçekten inanamıyooğğrmbnbıfldn. 

Neyse ciddileş. Haftalık programı nasıl hazırlayacağız? Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bir yazı yazmak istiyorum ama şöyle özet geçeyim: Tekrar etmen gereken konular, çözmen gereken soru sayısı, araştırman gerekenler, okuman gereken kitap, izleyeceğin film, gideceğin bir yer, yapman gereken bir iş... hepsi sana kalmış ve bu program sadece ders çalışmak içerikli değil senin aynı zamanda sosyal de olman, gezmen, film izlemen, istediğin bir kitabı okuman, hobin neyse onu yapman da gerek.

Bir hafta için bütün yapman gerekenleri yazıyorsun ve yaptıkça tik atıyorsun bu kadar basit. Bugün soru çözmek istemiyorsan çözme ama yarın iki katı çözmen gerek çünkü bir hafta sonunda bütün yapılacakların bitmiş olması gerekiyor.

Bitmedi mi? bu hafta yapman gerekenlerin bazılarını yapamadın diyelim. O zaman önümüzdeki hafta planına geçtiğimiz hafta yapamadıklarını da eklemen gerekecek. Bu da yükünü biraz arttırır. Dolayısıyla sen en iyisi her hafta yapman gerekenleri bitirmeye çalış.


4.) Gerçekçi Hedefler Koy

Yine bir önceki yazıda bahsettiğim gerçekçi hedefler koyma konusundan bahsedelim. Herkes kendi kapasitesini az çok biliyor. Ne kadar süre ders çalışabildiğini, hangi süreden sonra dikkatinin dağıldığını, ne kadar soru çözebildiğini, hangi konularda iyi olduğunu, hangi konulara daha çok çalışması gerektiğini. Kendini gerçekçi bir şekilde değerlendir. Ve yapamayacağın hiç bir hedefi listene koyma. Haftada 1000 soru çözemeyeceğiniz bildiğin halde bu hedefi koymak, hafta sonunda yapamadığını görüp motivasyonunu ve inancını kaybetmekten başka bir işe yaramaz. Ama bu hafta 100 soru çözeceğim dedin ve çözdün. Bu seni daha da motive eder çünkü hedefe ulaştın. Sonraki haftanın hedefini 110 koyabilirsin yada 150 bu artış da seni motive edecektir.

Ben mesela ne kadar çok çalışsam da şu Obeb- Okek problemlerini çözemiyordum. Her seferinde konuyu anladım diyordum ama yine de sorulara gelince sanki hiçbir şey anlamamış gibi kalıyordum ve en baştan çalışmaya başlıyordum ve yine aynısı.. Yaptığım hata sürekli konuya yeniden çalışmaya başlamaktı. Yapmam gerekense o tarz soruların nasıl çözüldüğünü öğrenmek ve daha çok soru üzerine pratik yapmaktı. Ben bu öz eleştiriyi kendime o zaman yapamamıştım. Çok sonradan farkettim. Bu yüzden kendi kendinizin öğretmeni olun aynı zamanda. Bu da bir ara tavsiye :)


5.) Kendini Başkalarıyla Kıyaslama

Hepimiz özeliz. Yeteneklerimiz, ilgi alanlarımız, yaşanmışlıklarımız, hayallerimiz.. her biri birbirinden farklı. 

Ben bu şekil giyinirim sen o şekil efenim o o şekil...

Mesela sen yazarak daha iyi öğreniyorsundur ama arkadaşın dinlediğini anında kapıyodur. Bu "Sen aptalsın." demek değil. "Sen ondan farklısın." demek. Bir diğer arkadaşın da çizerek daha iyi anlıyordur. Örneğin ben.. Tarih dersi aklımda kalmadığı için büyük kağıtlara padişahları, savaş gemilerini çizerek, onları konuşma baloncuklarıyla konuşturarak aklımda kalmasını sağlardım. 

Ya da mesela arkadaşın öğlen 3'ten akşam 8'e kadar çalışıyodur. Ama sen o saatler çalışmayı hiç sevmiyorsun. Sen gece saatlerinde daha verimli çalıştığını düşünüyorsun veya sabah saatleri.. Bu da senin bir farkın. Bazen sevmediğin zamanlarda da bir miktar fedakarlık yapman gerekecek. Ama kendini diğerleriyle kıyaslayarak "aptal" ya da "zeki" diye sınıflandırma. Yalnızca birbirinizden "farklı" olduğunuzu kabul et. Etrafında seni sürekli bir kalıba sokmaya çalışan çok insan olabilir. Bunun içinde şu sözü aklına getir, gülümse ve yoluna devam et: 

"Boş tenekeden çok ses çıkar." :)

20 Ocak 2018 Cumartesi

BİR TAVSİYE: Yarıyıl Tatilini Verimli Geçirmenin Yolları

Yarıyıl tatili bütün öğrenciler için heyecan verici bir dönem ve yeni bir başlangıç yapma fırsatıdır. Hepimiz bundan önceki diğer bütün yarıyıl tatillerinde altından kalkamayacağımız yoğun çalışma programları hazırlamışızdır. Yarıyılı verimli geçirebilmek için elbet bir programa ihtiyacımız var. Ancak bu program bu zamana kadar gördüğünüz bütün konuları yalayıp yutmak gibi gerçekçi olmayan bir amaca dayanmamalı. Çok uzatmadan gelelim taktiklerimize :)


1.) Zayıfları kafaya takmayın.

Burada kafaya takmamakla kastım umursamamak değil. Zamanı geri alma şansınız olsaydı bile belki bu zayıfları düzeltemeyecektiniz. Ama gelin görün ki böyle bir şansımız da yok. Dolayısıyla harekete geçip ne yapacağımızı düşünmektense kendimizi suçlamak hiçbir işe yaramayacak.

Burada bir dipnot geçmek istiyorum. Yalnızca çok çalıştın ve olmadıysa kendini suçlama, çalışmadıysan zaten suçlusun demiyorum asla. Her ne olursa olsun insan olduğunu unutma. Hata yapmak doğamızda var önemli olan ders çıkarabilmek. (Çok klişe oldu ama :))

2.) İki haftalık kalkınma planı hazırlayın.

Bana göre plan hazırlamak çok kişisel bir konu. Bir plan birinde çok faydalı olurken diğerinde hiçbir işe yaramayabilir. Dolayısıyla kendinize uygun gördüğünüz planı en iyi kendiniz bilebilirsiniz.  Benim en çok faydasını gördüğüm ise haftalık planlama sistemi. Yani hedefinizi "Günde 50 soru çözeceğim." değil de "Bu hafta 350 soru çözeceğim." şeklinde yapmanız. İsterseniz bugün 10 soru çözersiniz yarın 60 soru. Ama haftanın sonunda hedefinize ulaşmış olursunuz.

3.) Ulaşabileceğiniz hedefler koyun.

Kendimize hedefler koyarken en çok yaptığımız hata kendimize karşı çok acımasız olmamız. Ocaktaki suyun altını ne kadar açarsanız açın 0 dereceden 100 dereceye atlamaz. Aradaki dereceler daha hızlı geçer o kadar. O yüzden kendinize birden bire 100 olma hedefi koymayın. Başlangıçta 20 olun belki de 50. Hatta belki de 1. 
Daha açık konuşmak gerekirse. Hedefiniz "Bu hafta türev konusunu bitireceğim." de olabilir. "Bu hafta 50 soru çözeceğim." de. Önemli olan aynı yerde saymaktansa ufak da olsa bir adım atmış olmak.

4.) Mutlaka bir kitap bitirin.

İnce, orta, kalın. Tarih, edebiyat, felsefe, aşk, bilim kurgu, fantastik... Hiç farketmez yeter ki en az bir kitap bitirin. Kitap okumanın faydalarını saymama gerek yok herhalde :)

5.) Kendiniz için farklı mekanlar keşfedin.

Zayıflar çok veya dersleriniz kötü diye kendinizi cezalandırıp eve kapanmaya kalkmayın. Kendinize sadece tatilde değil daha sonra da takılabileceğiniz, bir kahve içebileceğiniz, ders çalışabileceğiniz mekanlar keşfedin. Ama bunun için bazı kriterler var. Örneğin çok tatlı bir kafe bulmuş olabilirsiniz ama bir masasında 3-4 saat oturup ders çalışmak için sürekli çay kahve içmeniz gerekecekse bu cebinize de zarar verir. Ya da yol kenarındaysa etraftan geçen insanlar sürekli dikkatinizi dağıtabilir. O yüzden uzun saatler çalışmanıza engel olmayacak, oturmanız karşılığında sizden sürekli bir şeyler yiyip içmenizi istemeyecek yerler keşfetmeye çalışın.

6.) Enerjinizi atmanın bir yolunu bulun.

Şehir hayatında maalesef her zaman kendimizi bir deniz kenarına, ağaçlı bir yola atamıyoruz. Ya da her yer bisikletimizi alıp bir tur atmaya uygun olmuyor. Ama içimizde biriken enerjiyi, fazla elektriği atmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bu yüzden bunun bir yolunu bulmalısınız. Bu spor yapmak olabilir.(Asla spor salonuna yazılmak zorunda değilsiniz.) Dans etmek, şarkı söylemek, çizim yapmak, bitkilerle uğraşmak, bir hayvan beslemek, pasta-kek yapmak, içinizdekileri yazmak... Bunu sonsuza kadar uzatabiliriz. Önemli olan ulaşması çok zor olmayan, size iyi gelen şeyi bulmak.

7.) Doktora gidin.

Şaka değil canım. Kabul edelim hangimiz düzenli besleniyoruz, sağlımıza dikkat ediyoruz? Uykumuzu bile alamıyoruz değil mi?  Eğer herhangi bir sağlık şikayetiniz varsa daha fazla ertelemeyin ve doktora gidin. Eğer bir şikayetim yok diyorsanız bile uzun süre doktora gitmediyseniz bir doktora gidin ki herhangi bir vitamin, mineral eksikliği ya da başka bir şey varsa ilerlemeden önünü almış olursunuz.


Yarıyıl tatilinin sadece 'zayıfları düzeltmek' anlamına gelmediğini ve öyle görülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu arınma, dinlenme, yeniden başlama heyecanı veren bir süreç. İlk yarıda ters giden şeyleri tespit edip bunların yerine daha iyilerini koymak gerekir. Einstein ne demiş:" Hep aynı şeyi yaparak farklı bir sonuç elde edemezsiniz." 

Son olarak söylemek istediğim şey. Kendinize karşı nazik olun. Bir şeyi yapamamak aptallık göstergesi değildir. Ya o konuda yeteneğiniz yoktur, ya yeterince iyi bilmiyorsunuzdur, ya da yeterince denememişsinizdir. Her şeyi yapamayacağınızı da aklınızdan çıkarmayın. Ama "Yapabilmek için her şeyi yaptım." demeye çalışın. 

Güzel bir tatil olmasını diliyorum. :)

13 Ocak 2018 Cumartesi

BİR KİTAP: Mutluluk Tuzağı- Russ HARRIS. Mücadeleyi Bırakın Yaşamaya Başlayın!

Mutluluk Tuzağı, anksiyete, depresyon, stres, olumsuz duygu ve düşüncelerle başa çıkmaya yardımcı olmak amacıyla yazılmış. Ancak benim düşüncem bu kitabı bütün insanların okuması gerektiği. Uygulayın ya da uygulamayın. Katılın ya da katılmayın. Kitabın ana konusu olan ACT (Acceptence and Commitment Theraphy) yani Kabul ve Kararlılık Terapisi, gerçekten modern psikoloji algısını derinden sarsan bir yaklaşım biçimi. Fikir babası Steven Hayes olmakla beraber bu kitabın yazarı Steven Hayes’ten fazlasıyla etkilenen psikolog Russ Harris.

Kitabın gidişatını şöyle özetleyeyim. Öncelikle zihnimizin evrimleşme sürecinden bahsediliyor. Yani mutlu olmak peşinde ne kadar koşuyorsak öfke, keder gibi rahatsızlık verici duygulardan aynı hızla uzaklaşmaya çalışmamızın nedenlerinden. Sonrasında mutluluğun ne olduğu, mutluluk tuzağını nasıl kurduğumuz, duygu ve düşüncelerimizi kontrol etme çabalarımız ve bunun sakıncaları. ACT`ın ne olduğu, nasıl kullanıldığı ve yöntemleri. Son olarak da kendimize değerlerimiz doğrultusunda bir hayat kurmamız konusunda yardım ederek kitabı sonlandırıyor yazar.


PEKİ NEYİN NESİDİR BU MUTLULUK?

Mutluluğun birbirinden farklı iki anlamı olduğu söyleniyor.

1)Zevk, memnuniyet, haz hissi.
2) İçsel anlamda zengin, dolu ve anlamlı bir hayat sürmek.

ACT mutluluğun ikinci anlamını esas alıyor. Bizim için önemli olan değerleri keşfedip, hayatta savunduğumuz şeyler doğrultusunda hareket ettiğimizde zengin ve anlamlı bir hayat yaşayacağımızı ve doğal olarak her ne kadar keyifli duygular hissedeceksek aynı zamanda keder, korku ve öfke gibi rahatsızlık verici duyguları da hissedeceğimizi söylüyor. 

"ACT’ın amacı; kaçınılmaz olarak başınıza gelebilecek acılarla etkin bir şekilde başa çıkarken zengin, dolu ve anlamlı bir yaşam sürmenize yardımcı olmaktır.”

Mutluluk tuzağının ne olduğu ve bu tuzağı nasıl kurduğumuza bakalım bir de. Düşününce o kadar mantıklı geliyor ki… Küçüklüğümüzde dinlediğimiz masallardan tutun da izlediğimiz filmlere, dizilere, okuduğumuz kitaplara kadar karşılaştığımız sonuç çoğunlukla mutlu son. Dolayısıyla beklentilerimiz hep mutluluk üzerine oluyor. Mutluluğun insanın olması gereken normal bir hal olduğunu düşünüyoruz. Keder, öfke gibi duyguları hissettiğimizde ise kendimizde bir sorun olduğunu düşünmeye ve isyan etmeye başlıyoruz. Bu rahatsızlık veren duygu ve düşünceleri istemiyoruz ve bunlardan uzaklaşmak için elimizden geleni yapıyoruz. İşte mutluluk tuzağı burada oluşuyor.

“Mutluluğa ulaşmak için, olumsuz duygu ve düşüncelerimizden kaçınmaya veya kurtulmaya çalışıyoruz. Ama ne kadar çok çabalarsak o kadar fazla kötü duygunun oluşmasına yol açıyoruz.”

“Çözüm, sorunun ta kendisidir.”

PEKİ ÇÖZÜM NASIL OLUYOR DA SORUN HALİNE GELİYOR?

Bunu daha iyi anlayabilmek için kitapta çok güzel bir örnek verilmiş:
 Normal ve sağlıklı bir ciltte oluşan geçici bir kaşıntı için kaşımak iyi bir çözümdür. Ancak ciltte anormal bir kaşıntı olduğunu düşünürsek-örneğin  suçiçeği, kızamık, zona gibi rahatsızlıklardan kaynaklanan kaşıntı- kaşımak daha fazla zarara yol açacaktır. Yani çözüm, sorunun kendisi haline gelmeye başlar. Bu duruma en bilinen adıyla “kısır döngü” deniyor.

Başka bir örnek daha verelim:
Deniz, kilolu olduğu için arkadaşları arasında kendini yetersiz, çirkin ve ezik hissediyor. Böyle hissetmek istemediği için arkadaş ortamına daha az katılmaya başlıyor. Bir süre sonra kendini yalnız hissetmeye başlıyor ve kendini daha fazla yemeğe veriyor. Bu doğal olarak ona daha fazla kilo aldırıyor ve Deniz kendini bir de pişman hissetmeye başlıyor. Tüm bunlar onda daha fazla rahatsızlık verici duygu ve düşünceye yol açıyor. Sonuç olarak yine “kısır döngü”.

“ACT’ta düşüncelerle ilgili  olarak bizi esas ilgilendiren şey bunların doğru ya da yanlış olmaları değil, bize faydalı olup olmadıklarıdır.”

ACT, duygu ve düşüncelerimizi yalnızca bize bir fayda sağlıyorsa dikkate almamız gerektiğini savunuyor. Deniz “Çok şişmanım.” düşüncesini daha düzenli ve sağlıklı beslenmek ve spor yapması konusunda bir uyarı olarak dikkate alırsa bu düşünce ona bir fayda sağlayacaktır. Yani olumsuzdur ancak fayda veren bir düşüncedir.

ACT , altı temel ilkeye dayanarak iki ana hedefe ulaşmaya yardımcı olacaktır:
  •          Acı veren duygu ve düşüncelerle etkili bir şekilde başa çıkmak.
  •         Zengin, dolu ve anlamlı bir yaşam sürmek.

Bu altı temel ilke şu şekilde;
  1.         Ayrışma
  2.         Yer Açma
  3.         Ana Odaklanma
  4.         Gözlemleyen Benlik
  5.         Değerler
  6.       Değer Odaklı Eylemler 

Bu kitapta en sevdiğim şey, bizim bir insan olduğumuz gerçeğini sıkça vurgulaması. Yani mutluluk da doğamızda var hüzün de, korku da, kaygı da. Kendimizi yalnızca mutlu olmanın normal olduğuna ve hayat boyu amacımızın mutluluk olmasına öyle odaklamışız ki insan olduğumuzu unutuyoruz. Mutluluk peşinde o kadar koşuyor ve rahatsız edici duygulardan öylesine kaçıyoruz ki içinde bulunduğumuz anın, sahip olduklarımızın kıymetini bilemiyoruz. Hayatta değer verdiğimiz istikametten sıklıkla şaşıyor hatta çoğunlukla o istikameti asla bulamıyoruz.

Yazarın sıklıkla vurguladığı bir başka şey de ACT ve yöntemlerinin kişiler tarafından denenmesi, işe yaramadığını düşündüğü bir yöntemi uygulamak zorunda olmadığı. Yani yine insan olmanın gerektirdiği gibi kitapta yazan her yöntem herkeste işe yaramayabilir. Bu yöntemleri hayatımızın gidişatında bazen tamamen unutabiliriz. Bazen işe yarayan bir yöntem başka bir zaman hiç işe yaramayabilir.

İşte bu samimiyet kitabı daha da okunabilir yapıyor. Yazar sizinle sohbet ediyormuş gibi her şeyi açıklayarak, örnekler vererek, deneyler yaptırarak hatta gerektiği yerlerde kitabı okumaya ara vermenizi söyleyerek size yol gösteriyor.


Daha çok okumak dileğiyle… :)

28 Haziran 2016 Salı

#Küçük Bir Tavsiye: Meslek Nedir? 5 Adımda Bana Uygun Meslek Ne ?

Herkese Merhaba. Bugün doğru meslek seçimiyle ilgili bir yazı paylaşmak istedim. Göstereceğim adımları uygulayarak birkaç gün içinde kendinize uygun mesleği kafanızda şekillendirebilirsiniz. 

Meslek, insanın yaşamını sürdürebilmek için yaptığı ve genellikle yoğun bir eğitim, çalışmayı gerektiren sürecin sonunda kişilerin kazandığı unvanın adıdır. 

Evet "Aptal mıyız biliyoruz." dediğinizi duyar gibiyim :) Ama önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. "..insanın yaşamını sürdürebilmek için yaptığı..". 

Yaşam, doğumdan ölüme kadar geçen süredir. Ve bu süreçte paraya ihtiyacımız olabilir ama bir mesleğe ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum. Yani ben bu meslek tanımını pek beğenmedim. Bu yüzden şöyle değiştirmek istiyorum:

Meslek, kişinin hayalleri, yetenekleri ve hayatta yapmayı hedeflediği şeyler doğrultusunda seçtiği ve ulaşmak için belli bir öğrenim süreci geçirdiği, kişinin sadece yaşamını sürdürmesini değil, yaşamına renk katmasını sağlayan muhteşem bir şeydir.

Biraz öznel bir tanım olsa bile ilkinden daha güzel olduğunu düşünüyorum :) Lafı daha fazla uzatmadan gelelim "Bana Uygun Meslek Ne?" kısmına. Doğru mesleği bulmak için onlarca kitap okuyabilir, rüyanıza aksakallı bir dedenin girip "Öğretmen ol çocum." demesini bekleyebilirsiniz tabii. Ama sadece 5 adım da size uygun mesleği bulabiliriz. Ar yu reedi?? :)

1.Kendini Tanı ( Ay şunu bi daha görürsem bayılicim.)

Biliyorum bunu duymaktan sıkıldınız. Ama bizim kendini tanıma olayımız biraz eğlenceli olacak. Nasıl mı? Hemen şimdi bir A4 kağıdı alın ve kendinizle ilgili sorular hazırlayın. Aklınıza ne gelirse. Ama sizden ricam soruları isminizle yazmanız. Mesela:

*Nergis ıssız bir adaya düşse  yanına alacağı 3 şey ne olurdu?

*Nergis`in en sevdiği renk nedir?

*Nergis`in küçükken en sevdiği oyun neydi?  vs. bu soruları hayal gücünüze bırakıyorum istediğiniz kadar saçmalayabilirsiniz. :) 

Bunları önce kendiniz başka bir kağıda cevaplayın. Sonra da ailenize, kankalarınıza aklınıza gelen herkese sorun ama dürüst olmalarını isteyin ciddi bir iş yapıyoruz şurda :)Bunun sonunda kendi cevaplarınızı ve başkalarının verdiği cevapları karşılastırıp kendinizi nasıl gördüğünüzü ve başkalarının sizi nasıl gördüğünü karşılaştırmış olacaksınız. (Soru listesi hakkında yardım almak için mail atabilirsiniz:)

2.Yapacağın Meslekten Beklentin Ne ? (Yol+ Yemek+ SGK)

Şimdi Kendini Tanı kağıdını bir kenara bırakın ve başka bir kağıt alın. Bu kağıda yapacağınız meslekten beklentilerinizi yazın. Ama unutmayın. Olması gerekeni değil, olmasını istediğinizi yazın. Olabildiğince ayrıntı verin. Mesela ;

*Geliri en az 2.000 olsun.

*Hafta sonu tatil imkanım olsun.

*Seyahat etmeli falan bir iş olsun.

*Kendimi geliştirip ispatlayabilme imkanım olsun.

Devamını getirmek yine sizin elinizde kendini tanı kısmını doğru bir şekilde tamamladıktan sonra bu kısımda çok zorlanmayacaksınız ama yapacağınız meslekten ne beklediğiniz çok önemli. Sakın bunu yaparken suçluluk hissetmeyin. Çünkü yıllarınız okumakla geçti ve her şeyin en  iyisini istemek en doğal hakkınız.

3.Meslek Araştırması Yap ve O Mesleği Yapan İnsanlarla Konuş.

Evet mutlaka meslekler hakkında az çok bilginiz vardır. Aklınızda kendinize uygun gördüğünüz bir kaç fikir de vardır. Ama günümüzde adı bile duyulmamış bir çok meslek var. Şöyle oturup meslekler hakkında biraz araştırma yapın ve tabi ki not alın.

 O mesleği yapan kişilerle konuşun. Bundan utanmanıza gerek yok çünkü bir şeyler anlatmak insanların hoşuna gider.(İstisnalar kaideyi bozmaz. :) ) Ben mimar olmak istediğim zamanlarda Facebook'tan Mimar Sinan mezunlarını bulup içlerinden birine mesaj atmıştım ve bana çok güzel bir şekilde meslek hakkında bilgiler vermişti.Kendinizi iyi ifade etmeye çalışın ve aklınızdaki bütün soruları sorun.

4.Gözlerini Kapat ve 10 Yıl Sonrasını Düşün.

Klişe olabilir ama bugüne kadar kaç kere yaptık? Bütün yazıyı okuduktan sonra yalnız kalacağınız bir yere geçin ve gözlerinizi kapatın. Gözleri kapatmak daha iyi odaklanmayı sağlar.10 yıl sonra kaç yaşında olacağınızı da hesaba katarak kendinizi düşünün. Neredesiniz? Nasıl bir evde oturuyorsunuz? Yanınızda kimler var? Giyiminiz nasıl? Ne işle meşgulsünüz? 
Bu şekilde her şeyi not ettiğinizden emin olduktan sonra son adıma geçebiliriz.

Düşünebileceğiniz kadar ayrıntı düşünmeye çalışın. Gözlerinizi açıp dördüncü bir kağıt alın ve gördüğünüz her şeyi not edin.

Bir apartman dairesinde oturuyorum. Küçük, şirin kendi zevkime göre döşediğim bir daire. Duvarda büyük tablolar var. (Bu sizin sanata ilginiz olduğunu gösterir.) Balkonum da rengarenk çiçekler var.(Bu da bitkilere doğaya verdiğiniz önemi gösterir.)

5. Sentez

Son adım sonuca ulaşma aşaması. Bundan önceki 4 maddeyi yazdığınız kağıtları önünüze alın ve kendinize uygun meslekler yazmaya çalışın. Kendini tanı kağıdındaki özellikleri, beklentilerinizi, yaptığınız araştırmaları, konuştuğunuz kişilerin söylediklerini, gözlerinizi kapatınca gördüklerinizi birleştirin. Ve ortak noktaları bulmaya çalışın. Burada olabildiğince detaycı olmaya gayret gösterin ve arkadaşlarınızdan ve ailenizden de yardım almaya çalışın. 


İşte bu kadar. Bu 5 maddeyi dikkatli bir şekilde tamamlamak,sorulara dürüst cevaplar vermek,araştırma yapmak, bunları derlemek ve sonuçlara ulaşmak en fazla 1 haftanızı alacaktır. Bütün bunların sonucunda hangi mesleğe yatkın olduğunuzu bulacağınıza eminim. Yeter ki inanın :)







1 Nisan 2016 Cuma

#Küçük Bir Kitap: Deli(Gülsen Kılıçaslan)

Merhabalar. O kadar uzun zamandır kitap okuyamıyordum ki artık canıma tak etti ve girdim D&R'a. Şöyle kalın sürükleyici bir kitabı elime geçirir geçirmez alıp olay yerini terketmeyi planlıyordum.  Ama o kadar kolay olmadı. İki kitap arasında kaldım. Biri "Deli". Diğerini söylemiyim süpriz olsun :)


Deli'yi ilk metrodaki  reklam panosunda görmüştüm ve çok dikkatimi çekmişti. Ama klişe bir aşk romanı olduğunu düşünüp pek üzerinde durmadım. Derken tekrar çıktı karşıma ve o tatlış kapağına daha fazla dayanamayıp aldım.



Kitap 549 sayfa ve iki günde bitirdim. Size tavsiyem işinizin gücünüzün olmadığı bir günde okumaya başlamanız çünkü ilk sayfadan itibaren "Acaba şimdi ne olacak ?" merakıyla elinizden bırakamıyorsunuz ve karakterlerin zaman içindeki değişimini hayranlıkla izliyorsunuz. (Şahsen ben zorunlu ihtiyaçlar haricinde yataktan kalkmadım.)


Kitapta en çok hoşuma giden şey fazla tasvir bulunmamasıydı. Çünkü herkeste aynı mı bilmiyorum ama atıyorum romanda uzun boylu sarı saçlı bir karakterden bahsediyor ben gider kısa boylu esmer birini düşünürüm. Ya da mekan için yemyeşil duvarlar olduğunu söyler ben bembeyaz duvarlar olduğunu varsayarım. Resmen yazarla inatlaşırım. (Ruh hastası mıyım neyim ayol :D) Ama bu kitapta bütün mekanları, bütün kişileri romanın akışına göre hayalimde canlandırdım ve yazar bana hiç  "Hayır canım o öyle değil yalnız." demedi. (Bir kaç şey hariç tabi e o kadar da olsun :))

Bahsetmek istediğim diğer bir şey ise kitabın kapağı. Uzun zamandır böyle güzel tasarlanmış bir kitap kapağına rastlamamıştım. Hele o Deli yazısındaki yanar dönerlik beni benden aldı. Güzel bir yanı ise dışındaki kapağın çıkabiliyor olması. Yani "Ben erkeğim. Nasıl okiyim bu pembeli pembeli kitabı" deme lüksünüz yok. E kapaktaki yazı yine pembe olabilir ama siz de evde okuyun canım!

Neyse sakinim...


Sayfa numaralandırmada kullanılan  semboller de çok iyi düşünülmüş ve kitaba ayrı bir özgünlük katmış. Tek kelimeyle uzun bir okuma arasından sonra ilaç gibi gelen bir romandı. Herkese tavsiye ediyorum . Keyifli okumalar :) 

14 Kasım 2015 Cumartesi

#Küçük Bir Kitap: Küçük Prens(Le Petit Prince)-Antoine de Saint-Exupéry

Küçük bir kitabımızı Küçük Prens`le devam ettireyim dedim. Çok iyi oldu çok da güzel oldu bence :)
 Sizde de oluyor mu bilmiyorum ama bende şöyle bir şey var. Hiç ortada yokken birden okunacak bir  kitap, izlenecek bir film, gidilecek bir yer, konuşulacak birisi vs. sanki onu o an yapmam gerekiyormuş gibi pat diye aklıma düşer. 

Örneğin "Artık Küçük Prens`i okumalıyım."   ve onu yapmadan başka bir şeye odaklanmam mümkün değil. Küçük Prens`i okuma macerası da aynen böyle başladı.



Kitapta bizim kısaca "düz mantık" dediğimiz bir dil var. Sanki yazar hayatın sorgulanması gereken durumlarını büyüklere anlayabilecekleri en basit dilde yani çocuk dilinde anlatmak istemiş. (Bilmem düşündüğüm şeyi net aktarabildim mi )

Küçük Prens -kendisinden küçük olmasın ama- küçük bir gezegende yaşar. (Asteroid B-612). Orada bir gülü vardır.( Ben ona nazlı gül diyorum kendisi pek bir havalı.) Gülüne nasıl daha iyi bakıp memnun edebileceğini bulmak için gezegeninden ayrılır ve 6 ayrı gezegene yolculuk yapar. (Okurken bu gezegenlerin bir mesaj içerdiğini anladım tabi ama ne mesaj verdiğini anlamadığım için her kitaptan sonra yaptığım gibi biraz araştırma yaptım.) 


  • Kralın gezegeni: Otorite tutkusunu,
  • Sanatçının gezegeni: Kendini beğenmişliği,
  • Sarhoşun gezegeni: Umutsuzluğu,
  • İş adamının gezegeni: Amaçsız sahip olma duygusunu,
  • Fenercinin gezegeni: Sorgulamaksızın yerine getirilen görev duygusunu,
  • Coğrafyacının gezegeni: Bilimi kimin için yaptığını unutan bilim adamını ve bilim anlayışını sembolize eder.

Küçük Prens`in yolculuk yaptığı son gezegen ise dünyadır. Burada uçağı arızalanıp Sahra Çölü`nün ortasına düşen bir pilotla karşılaşır. Pilottan bir koyun çizmesini ister. Koyunun, gezegeninde büyüyen zararlı otları yemesini ümit ederek... Küçük Prens koyun çizilmiş kağıdını alıp kendi gezegenine döndüğünde pilotumuz koyuna ağızlık çizmeyi unuttuğunu fark eder. Bu durumda koyun zararlı otların yanı sıra Küçük Prens `in çiçeğini de yiyebilir.
Kitabın konusu kısaca bu şekilde. Şimdi gelelim arka planına.

Yazarın kendi başına gelen olaylardan ilham aldığı düşünülüyormuş. Çünkü kendisi bir pilotmuş ve 1935 yılında yani kitabı yayınlanmadan 7 yıl önce bir hız rekorunu denerken Sahra Çölü`nün ortasına düşmüş.

Karısı Consuelo`nun ise Küçük Prens gibi bitmek bilmeyen istekleri ve korunma arzusu olduğu, tıpkı Küçük Prens`in gezegeni gibi volkanlarla dolu olan El Salvador` da yaşadığı biliniyormuş ama tatlış yazarımız gitmiş kitabı Leon Werth`in çocukluğuna adamış.

Kitapla ilgili diğer bir tartışma konusu ise bir çeviriyle ilgili:

Resimdeki "bir Türk devlet adamı" cümlesini "bir Türk lider", "baskıcı bir Türk önderi","bir Türk diktatör"  gibi farklı şekillerde çevirenler hatta bu bölümü es geçenler bile olmuş.
Bu konuyla ilgili daha detaylı bir yazı da buldum. Meraklısına--->Küçük Prens ve Atatürk

Şimdi merak edilen iki şey var: 

1) Acaba Leon Werth kim?-------->Leon Werth`i Bilir misiniz?

2) Acaba koyun çiçeği yedi mi ? :)


11 Ekim 2015 Pazar

#Küçük Bir Tavsiye: Neden Üniversite KazanMALIyım ?

Küçük bir tavsiye serime bu kadar ara vermek istemezdim  ama  kahretsin çok yoğun bir hayatım var(!) Viskim nerde kaldı Sebastian !!

Neyse tavsiye veren ciddi cici kız moduma bürüneyim de başlayalım. Öncelikle eminim gözünüze çarpan ilk şey "MALI" ifadesini büyük yazmam olmuştur.  Bu noktada kişisel gelişim yazarı Hans Glint'ten  alıntı yapmadan duramiyceyim : " 'Malı' ifadesi suçluluğa kaymaktadır ve kendi mutluluğumuzdan başka uymak zorunda olduğumuz biraz daha yüksek bir düzenin var olduğu anlamına gelir. Kendimizden başka bir şeye veya birine karşı bir zorunluluğumuz olduğu hissini vermektedir... Sizin yaşamınız sadece sizindir. Onunla neler yapacağınıza karar vermekte özgürsünüz. Diğer hiçbir üst düzene veya da başka bir şeye uymak zorunda değilsiniz."

Hanscım sonlara doğru biraz İsyankar Stayla'ya bağlamış olabilir. Söylediklerinin hepsine katılıyorum diyemem ama ilk cümlesinde çok haklı. Üniversite kazanmayı birine veya bir şeye karşı zorunlulukmuş gibi görüyoruz. Kendi tercihlerimizi, kendi mutluluğumuzu çoğu zaman geri plana atıyoruz.

Size aslında Neden Üniversite Kazanmalıyım sorusunun cevabını vermeyeceğim çünkü üniversiteyi kazanmak ya da üniversite okumak zorunda değilsiniz. Zaten eğer istemiyorsanız hayatınızın en az 2  yılını mahvetmenizin bir anlamı da yok.  Anlamlı olan şey 'üniversite okumak' değil 'üniversite hayatı'.

İsterseniz size bu hayatın getirdiği güzelliklerden biraz bahsedeyim. Sonrasında ne istediğinize kendiniz karar verin :)

1) Bir mesleğiniz olur.




Tamam ilk okuyuşta biraz komik olabilir. (lütfen gülmeyiniz) Ama üniversitenin bize kattığı ilk şey -ister yapın ister yapmayın- bir meslektir. Şu anda bir bijuteri dükkanınız olabilir ama kenarda duran bir bilgisayar mühendisliği diplomanız olduğunu unutmayın. İstediğiniz yerde hava atabilirsiniz :)

2)Ve birçok farklı meslekten arkadaşınız...


"Ahh çok iyi bir psikolog arkadaşım var numarasını vermemi ister misin tatlım?" bu cümlenin kökeni bence üniversite okumaktan geçiyor. (Tabi istisnalar kaideyi bozmaz :)) Bir hemşire olabilirsiniz ama tarih öğretmeni bir arkadaşınızdan öğrenecekleriniz tarih kitabı okumaktan çok daha zevkli olacaktır eminim.

3)Hayata farklı açılardan bakmaya başlarsınız.


Üniversite geniş bir kitleye hitap eder. İlkokul ve lise gibi sadece mahalleden ya da farklı semtlerden insanlar değil farklı şehirlerden hatta farklı ülkelerden birçok insanla bir arada olursunuz. Sadece farklı insanlarla bir arada olmak değil belli bir olgunluğa erişmiş kişilerle bir arada olmak da insanı etkiler. Onların düşüncelerinden, giyinme tarzlarından, konuşmalarından, adetlerinden, hayata bakışlarından ve daha sayamadığım birçok şeyden etkilenir kendinize sınırlar çizmeye, kendi benliğinizi oturtmaya, önyargılarınızı yıkmaya başlarsınız. Bunu sadece üniversitede yapabilirsiniz demiyorum fakat bu bilince ulaşılabilecek en güzel ortamların başında geldiğine inanıyorum :)

4)Kendi ayaklarınız üzerinde durmayı öğrenirsiniz.


Farklı bir şehirde okuyun ya da okumayın üniversite size kendi ayaklarınız üzerinde durmayı öğretecektir. Sorumluluklar edinecek bilinçlendikçe büyüdüğünüzü hissedecek karşınıza çıkan her zorluğu kendi başınıza aşmak isteyeceksiniz. Başardıkça kendinizi daha güçlü hissedeceksiniz. Bir madde önce bahsettiğim 'hayata farklı açılardan bakmaya başlamak' bile kendi ayaklarınız üzerinde durmaya başladığınızın kanıtıdır.  (Yalnız ben tam akıl hocasına bağladım tööbe :D )

Hepimiz birbirimizden farklıyız. Birimiz için vazgeçilmez olan şeyin diğeri için hiçbir önemi olmayabilir. Umarım açık ve anlaşılır bir yazı olmuştur. Üniversiteye bakış açınız değiştiyse ve buna minnacık bir katkım olduysa bilmek isterim. Sevgileeer :))))

Üniversite nasıl kazanılır? yazımı da buradan okuyabilirsiniz :) -->http://kucukefiks.blogspot.com.tr/2015/09/kucuk-bir-tavsiye-universite-nasl.html